Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
1870’lerden itibaren imparatorluğun merkezinde gittikçe güçlenen bir ideolojik davranış kümesine verilen addır. İslamcılık, gerçekte İttihad-ı İslâm (İslâm Birliği) adı altında 1870’ten beri Osmanlı yönetiminin temel politikasını oluşturuyordu. Bununla birlikte İslâmcı aydın ve düşünürler bu politikayı izleyen II. Abdülhamid’e muhalif cephede yeralıyor ve düşüncelerini açıklama imkanından da yoksun bulunuyorlardı. Bu nedenle bir akım olarak İslâmcılık, ancak II. Meşrutiyet’ten sonra Sırat-ı Müstakim (sonradan Sebilü’r-Reşad) dergisinin yayınlanmaya başlamasından sonra ortaya çıkabilmiştir. Daha sonra Beyan-ı Hak ve Volkan gibi dergiler de İslâmcılık düşüncesinin savunulduğu yayın organları oldu.
İslâmcıların siyâsî düşüncelerinin odak noktasını İslâm birliği tezi oluşturur. Onlara göre Müslümanlar hem düşünce, hem de siyaset ve devlet bağlamında bir birlik oluşturmalı; bu birliği bozucu, engelleyici bütün etkenleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdırlar.
İslâmcıların üzerinde önemle durdukları konulardan birisi de ulusçuluk sorunu olmuştur. İslâmcılar başlangıçta pek üzerinde durulmayan bu konuya giderek ağırlıklı bir yer verdiler. İslâm birliği düşüncesine ters düşen ulusçuluk anlayışını şiddetle eleştirerek çürütmeye çalıştılar. Devlet, hilafet kurumu, anayasa, milli hâkimiyet gibi meseleler de İslâmcıların tartıştıkları baslıca konular arasındadır. İslâmcı aydınların genel kanısına göre Kur’an ve Sünnet, belli bir devlet, hükümet ve yönetim biçimi öngörmemiş; ancak belli ilkeler koymakla yetinmiştir. Bu ilkelere uygun biçimde örgütlenen her yönetim biçimi İslimidir. Bu alanda üzerinde en çok duruları ilke ise şûrâdır. Buna göre İslâm devleti yöneticileri yönetim işinde doğrudan ya da dolaylı biçimde halka danışmak, meşveret etmek zorundadırlar. Bu yaklaşımları İslâmcıları Kanun-ı Esasi’yi (Anayasa), kanunlaştırma hareketlerini ve Meclis-i Mebusan’ı içtenlikle desteklemeye götürdü.
İslâmcı akım içinde yer alan Müslüman aydın ve düşünürler, eğilim ve yaklaşımları bakımından oldukça farklı çizgileri sürdürürler. İslâmcılar; gelenekçi muhafazakârlar (Ahmet Naim gibi); Modernistler, medrese ile mektebi, Doğu ile Batıyı birleştirmek isteyenler (İzmirli İsmail Hakkı ve Şemseddin Günaltay gibi), bu ikisi arasında bir yol tutanlar (Şeyhülislâm Musa Kazım gibi); modernist İslâmcılara karşı olanlar (Mustafa Sabri gibi) olmak üzere başlıca dört gruba ayrılırlar. Ne var ki, İslamcıları bu tür bölümlemelerle tam olarak tanımlamak olanaklı değildir. Çünkü birçok konuda birleşmiş görünseler bile aynı gruptaki aydınları birbirinden çok farklı görüşler savunduğuna tanık olunmaktadır.
Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı Devletinin parçalanması nedeniyle İslâm birliği düşüncesi bütün maddî dayanaklarını yitirmiştir.
“İslam siyaset ve düşüncesinin en güçlü olduğu dönem, (1876–1909) Sultan II. Abdülhamid dönemidir. II. Abdülhamid, padişah, sultan lakapları yerine Emirü’l Mü’min’in (halife) unvanını kullandı. Eğitim-öğretimde dinin müfredat içindeki saatlerini arttırdı. Dindarlık, müttakilik, padişahın teveccühünü kazanan durumlar oldu. Elçilerle, murahhaslarla, komisyonlarla, mebuslarla, imkân dâhilinde dış basınla, İslami muhabbeti celbe, kalpleri hilafet makamına ısındırmaya çaba gösterdi. (Sultan) Bölgesinde sevilen ve sayılan İslam âlimlerini yanına davet ederek ağırlarken, Hicaz’ın muhafazasına da özel önem veriyordu.”
Tarih: 2016-03-02 01:55:52 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
İttihad-ı İslam Nedir
Bu Yazıda Neler Var:
İslâmcıların siyâsî düşüncelerinin odak noktasını İslâm birliği tezi oluşturur. Onlara göre Müslümanlar hem düşünce, hem de siyaset ve devlet bağlamında bir birlik oluşturmalı; bu birliği bozucu, engelleyici bütün etkenleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdırlar.
İslâmcıların üzerinde önemle durdukları konulardan birisi de ulusçuluk sorunu olmuştur. İslâmcılar başlangıçta pek üzerinde durulmayan bu konuya giderek ağırlıklı bir yer verdiler. İslâm birliği düşüncesine ters düşen ulusçuluk anlayışını şiddetle eleştirerek çürütmeye çalıştılar. Devlet, hilafet kurumu, anayasa, milli hâkimiyet gibi meseleler de İslâmcıların tartıştıkları baslıca konular arasındadır. İslâmcı aydınların genel kanısına göre Kur’an ve Sünnet, belli bir devlet, hükümet ve yönetim biçimi öngörmemiş; ancak belli ilkeler koymakla yetinmiştir. Bu ilkelere uygun biçimde örgütlenen her yönetim biçimi İslimidir. Bu alanda üzerinde en çok duruları ilke ise şûrâdır. Buna göre İslâm devleti yöneticileri yönetim işinde doğrudan ya da dolaylı biçimde halka danışmak, meşveret etmek zorundadırlar. Bu yaklaşımları İslâmcıları Kanun-ı Esasi’yi (Anayasa), kanunlaştırma hareketlerini ve Meclis-i Mebusan’ı içtenlikle desteklemeye götürdü.
İslâmcı akım içinde yer alan Müslüman aydın ve düşünürler, eğilim ve yaklaşımları bakımından oldukça farklı çizgileri sürdürürler. İslâmcılar; gelenekçi muhafazakârlar (Ahmet Naim gibi); Modernistler, medrese ile mektebi, Doğu ile Batıyı birleştirmek isteyenler (İzmirli İsmail Hakkı ve Şemseddin Günaltay gibi), bu ikisi arasında bir yol tutanlar (Şeyhülislâm Musa Kazım gibi); modernist İslâmcılara karşı olanlar (Mustafa Sabri gibi) olmak üzere başlıca dört gruba ayrılırlar. Ne var ki, İslamcıları bu tür bölümlemelerle tam olarak tanımlamak olanaklı değildir. Çünkü birçok konuda birleşmiş görünseler bile aynı gruptaki aydınları birbirinden çok farklı görüşler savunduğuna tanık olunmaktadır.
Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı Devletinin parçalanması nedeniyle İslâm birliği düşüncesi bütün maddî dayanaklarını yitirmiştir.
İttihad-ı İslam Nasıl Doğdu ve Neden Etkili Oldu
İslamiyet’in bir din olmanın yanı sıra bir ideoloji olarak da görülmesi, Fransız İhtilali’nden sonra yayılan liberalizm, muhafazakârlık ve sosyalizm ideolojilerinden hareketle olmuştur. İslamcılık ve İttihad-ı İslam Avrupa’nın ve Rusya’nın tüm İslam Dünyası’nı kontrol altına almaya ve onu yok etmeye başlaması karşısında bir tepki hareketi olarak doğmuştur. İslam Dünyası’nın en önemli ortak simgelerinden olan halifeliğin merkezi ve tarihten gelen İslamiyet’in koruyuculuğu kimliği nedeniyle Osmanlı Devleti, bu düşüncelerin merkez üssü olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren olgunlaşma sürecine giren İslamcılık ve İttihad-ı İslam ideolojisi, II. Abdülhamid döneminin (1876–1909) iç ve dış devlet politikası olmuştur. Bu makalenin amacı İslamcılık ve İttihad-ı İslam düşüncesinin doğuş sürecini ve genel ilkelerini analiz etmektir.“İslam siyaset ve düşüncesinin en güçlü olduğu dönem, (1876–1909) Sultan II. Abdülhamid dönemidir. II. Abdülhamid, padişah, sultan lakapları yerine Emirü’l Mü’min’in (halife) unvanını kullandı. Eğitim-öğretimde dinin müfredat içindeki saatlerini arttırdı. Dindarlık, müttakilik, padişahın teveccühünü kazanan durumlar oldu. Elçilerle, murahhaslarla, komisyonlarla, mebuslarla, imkân dâhilinde dış basınla, İslami muhabbeti celbe, kalpleri hilafet makamına ısındırmaya çaba gösterdi. (Sultan) Bölgesinde sevilen ve sayılan İslam âlimlerini yanına davet ederek ağırlarken, Hicaz’ın muhafazasına da özel önem veriyordu.”
Sonuç :
İttihad-ı İslam, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü önleyememişse de ömrünü uzatmış, önemli İslam beldelerinin Aztek ve İnkalar gibi yağmalanmasını önlemiştir. Türkiye’nin işgalden kurtulmasına ve kurulmasına önemli katkılarda bulunmuştur.Tarih: 2016-03-02 01:55:52 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx